Depremle birlikte yıkımın neden böylesine yüksek olduğu, bunca insanın hayatını kaybettiği üzerine uzmanlarınca çeşitli görüşler açıklanıyor.

Aslında görüş açıklayanlar farklı olmakla birlikte yıkımın böylesine fazla oluşunun gerekçeleri genellikle aynı çizgide oluyor. Kısacası depremin sebepleri konusunda görüş açıklayanlar farklı olmakla birlikte, sebepler bir ortak noktada birleşiyor.

Genellikle binaların yapımında deprem yönetmeliğine, bir diğer ifadeyle şartnamesine uyulmaması ve zaman zaman uygulamaya konulan imar afları olarak nitelendiriliyor.

Özellikle depreme karşı binaların dayaklı olmasını sağlamak için hazırlanan ve yürürlüğe konulan yönetmeliklerin uygulamasında gerekli ciddiyetin gösterilmemesi ister istemez yapılan binaların gerekli şartlara sahip olmaması, olsa bile uygulamada bir işe yaramaması.

İnşaatta Yılın Geri Kalan Kısmında Gerileme Bekleniyor İnşaatta Yılın Geri Kalan Kısmında Gerileme Bekleniyor

Bu arada bir de çıkartılan imar afları da yönetmelikleri işe yaramaz hale getiriyor. Kısacası, yönetmelik harfiyen uygulansa, bu hususta idari makamlar her türlü kontrolü sağlasa bile imar afları ister istemez bu yönetmeliğe uygun yapılmamış binalara yaşama imkânı sağlıyor. Sonuç olarak insanın aklına bu büyük depremin ardından, “Uygulanmayan yönetmelik niçin hazırlanır?” sorusunu getiriyor.

Söz gelimi yıllardan beri İstanbul’da riskli binaların sayıları açıklanır. Söz gelimi son deprem yine bu konuyu akla getirmiş ve yapılan açıklamada İstanbul’da 68 bin riskli bina olduğu belirtiliyor.

İyi de bu konu 20 seneyi aşkın bir süreden beri gündeme geliyor, bunun için bu tür depreme dayanıksız binaların dönüştürülmesi konuşuluyor ama görünen o ki, 23-24 senedir bu tür binalar konusunda ciddi bir dönüşüm sağlanamamış.

Kısacası her felaketin ardından canımız yandıkça depremin etkisini azaltmak için nelerin yapılabileceği günlerce konuşuluyor ama bir süre sonra unutulmaya terk ediliyor. Hemen belirteyim ki, bu halimiz sadece depremlerle de ilgili değil.

Nedense toplumu derinden sarsan olaylar olmadan önleyici tedbirleri almıyor, felaketlerin ardından nelerin yapılması gerektiğini sıralıyoruz ve yine felaket bir kez daha tekrarlanana kadar unutulmaya terk ediyoruz.

Bu noktada yapılan açıklamalara bir örnek vermek istiyorum.

Prof. Dr. Oğuz Cem Çelik, “Binalar bırakın 2018’i, 1975 yönetmeliğine göre bile düzgün yapılsaydı böylesi felaketi yaşamazdık.”

“Böyle olunca insan ister istemez, madem uygulanmayacak, uygulanması sağlanamayacak, o zaman ikide bir yönetmelik hazırlamanın ne manası var?” diye sormadan edemiyor. Ülkemizde çeşitli alanlarda olduğu gibi pek çok düzenleme, adı var kendi yok konumuna terk ediliyor.

Bu durum giderek çeşitli düzenlemelere karşı toplumda bir gevşeme oluşturuyor. Bu gevşeme sonunda insanlar büyük kayıplara uğruyorlar.

Özellikle de günlerden beri televizyon ekranlarında izlediğimiz acılar toplumun sadece depreme maruz kalanlarını değil, tümünü derinden üzüyor. Yaşanan acıları toplumun el ele vererek aşmaya çalışması biraz olsun yüreğimize su serpiyor ama kaybettiğimiz canları geri getirmiyor.

Böyle olunca da sonunda pişmanlık duymanın derde derman olmadığını, bunun için acılar yaşanmadan ülke yönetiminde bulunanların gerekli tedbirleri almaları ve uygulamada da gerekli titizliği göstermeleri gerekiyor. Aksi halde ömrümüz, yaşadığımız acılar ile geçecek demektir. Acıları tamamen önlemek mümkün olmasa da, azaltacak imkân olduğu söylendiğine göre izin verilmelidir.

Editör: Emlak Zirvesi