Yeni Şafak'tan Mehmet Akif Soysal'ın Yazısı...
İki bilgi ile konumuza başlayalım. Birincisi yüzde 7.3 ile gayet yüksek gelen ilk çeyrek büyümesinin içerisinde tüketim harcamalarının büyümeye katkısının dramatik biçimde arttığıdır (Yüzde 19,5). İkinci bilgi ise büyümeyen hatta (yüzde -7.2) küçülen tek sektör inşaattır.
Bu bilgiler çerçevesinde iki soru sorabiliriz. Bunlardan ilki neden tüketim harcamaları artıyor? İkincisi ise konut fiyatları ve kiralar neden artıyor?
Malum paranın üç fonksiyonu bulunmaktadır. Bunlardan ilki mübadele aracı olması, ikincisi değer ölçüsü olması ve üçüncüsü değer saklama aracı olmasıdır.
Yüksek enflasyon dönemlerinde para birimleri değer saklama fonksiyonunu yitirirler. Bu çerçevede hane halkı kazancını değer olarak saklama derdine düştüğünde döviz, altın gibi değerlere veya tüketim harcamasına, örnek olarak, otomobile, buzdolabına, çamaşır makinesine yatırır.
Zira bugün almak yarına göre daha ucuz olacaktır. Hatta bunu borç ile yapmak en akıllıcasıdır. İşte şu an yaşadığımız tüketim harcamalarının artma sebebi budur. Mal, çeşidi fark etmeksizin “değer saklama” aracı olmuştur.
Evvelki hafta dikkat çektiğimiz konut fiyatlarındaki artış, makalemizde belirttiğimiz gibi sadece maliyet kaynaklı değil, eksik arz sebeplidir. İşte makalemizden sonra yayımlanan büyüme verisi ile de bunu teyit edebiliyoruz.
Eksi gelen inşaat yatırımı büyümesi, imalatın geri kaldığını ifade etmektedir. Yani yakın gelecek dönem içinde arz eksiği nedeni ile konut fiyatlarında ve kira fiyatlarında azalma görmek pek mümkün durmuyor. Bu yönüyle makalemizde işaret ettiğimiz pazara giriş bariyerleri kaldırılmalıdır.
Şimdi gelelim işin özüne; kapitalist sistemde ev yatırım aracı olarak görülüyor, temel bir insan hakkı olan barınma hakkı, mülk sahiplerinin mülkiyet hakkına feda ediliyor.
İşte sorun burada başlıyor. İş yeri, ofis, depo satın alıp kiraya vermek yatırım diye nitelendirilebilir. Ancak mesken bu kategoriye girmez, girmemelidir.
Bu nedenle arz yönlü sorunları ifade ettikten sonra talep tarafına dair çizdiğimiz bu manzara ikinci, üçüncü evi alıp bunları kiraya vermenin sosyal fayda açısından karşılığı olmadığı sadece kapitalist okuma ile bireysel çıkar açısından izah edilebileceğini ifade eder.
Devlet bu noktada devreye girer, regülatör, kural koyucu olarak kaynakların doğru dağılımı açısından kanun tesis eder, etmelidir.
Serbest piyasa rejimine set çekmeyecek ancak meylin yönünü çizebilecek durumda olmalıdır.
Şu an Türkiye’de en temel sorunlardan biri olan kira artışı ve konut talebi sorunu işte bu bakış açısıyla tekrar yorumlanmalıdır. Kredibilitesi ve gelir seviyesi yüksek alıcıların hâkim olduğu piyasa modelinde kredi tahsisi de bu sistemi desteklemektedir.
Yatırımcı tarafında; yatırım amacıyla alınan evin kira getirisi de yatırım amacına uyması gereğince, yatırılan kaynağa ve kâr amacına uyumlu olması beklenmektedir.Bu da yatırım amacına göre doğaldır, ancak doğru değildir.
Buradan yola çıkarsak, eşi ve reşit olmayan veya olup da aynı ikametgahta yaşayan ailelerin sahip olabileceği konut kredisi tek olması veya ilk konut kredisinden sonrakilerin faizinin yüksek olması çözüm olarak düşünülebilir. Zira kredi ile yaratılan kaynak tüm toplumun kaynağıdır.
Bu nedenle neredeyse ilk yatırılan mevduattan 8 kat fazla kaynak yaratma gücüne sahip olan, “Banka parası” diye adlandırılan kredi, tercihen ilk konut alacaklara tahsis olunabilir. Böylelikle konut kiralarında kalıcı sürdürülebilir fiyatlama ile refah yakalanabilir.
Bu tarz kaynak dağılımı regülasyonları ile konutun değer saklama aracı olmasının önüne geçilebilir. Bu şekilde kira fiyatları üzerinde talep yönlü baskı azaltılabilir.